DELİLER TERK ETTİĞİ GÜN ŞEHİRLER YOK OLACAK…!

DELİLER TERK ETTİĞİ GÜN ŞEHİRLER YOK OLACAK…!
DELİLER TERK ETTİĞİ GÜN ŞEHİRLER YOK OLACAK…!

Translate

30 Mayıs 2013 Perşembe

Sakallı Celal'in yaşam öyküsü, ülkenin neden içinden çıkılamaz hale geldiğinin de öyküsü gibi..


Celal Yalınız düşünür ve filozoftur.

Bugün dilimizde yer etmiş, kaynağını bilmeden kullandığımız pek çok deyiş de onundur. Birkaç Sakallı Celal deyişi örneği:

"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur."
"Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer de ilgisizdir."
"Türkiye'de aydın geçinenler Doğu'ya doğru seyreden bir geminin güvertesinde Batı yönünde koşturarak Batılılaştıklarını sanırlar."
"Evinde yapılan arama esnasında polis duvarda duran Karl Marx portresini sorunca "Rahmetli Babam" diye cevaplamıştır".
Bir gül için bin dikene katlanan bahçıvan

Orhan Karaveli örnek bir çalışma niteliğindeki kitabında Sakallı Celal'in hayatının bilinmeyen yönlerini göz önüne seriyor


Bir ara dilimize ne çok takılmıştı: "Bizler Doğu'ya giden bir geminin güvertesinde Batı'ya doğru koşuyor, Batılılaştığımızı sanıyoruz."

Ya da: "Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur."
Kaynağı kimdi bu sözlerin, pek merak etmezdik doğrusu. Sonradan öğrendik: Sakallı Celal'miş.
Peki, kimdi Sakallı Celal? Merak edenler bile, onun yaşamı üstüne üç-beş cümlelik bilgi edinebildiler, o kadar. Sakallı Celal bizler ve bizden sonra gelen kuşaklar için hep karanlıkta kaldı. Sanki yaşayıp yaşamadığı bile pek bilinmeyen bir halk bilgesiydi. Nasreddin Hoca gibi. İncili Çavuş gibi.
Düne kadar.
Orhan Karaveli, "Sakallı Celal" (Permagon Yayınları) kitabıyla Cevat Çapan'ın dediği gibi, "Örnek bir çalışma ile bu merakımızı giderdi".
Soyadının Yalnız olduğunu bile bu "sözlü tarih"le öğrendik.

* * *

1886-1962 yılları arasında yaşamış Sakallı Celal. Kökleri Bosna'ya uzanan bir ailenin, sonradan bahriye nazırı olan Hüseyin Hüsnü Paşa'nın oğluymuş. Öğrenimini Galatasaray Sultanisi'nde yaptıktan sonra Paris'e gitmiş. Yurda dönünce Üsküp'te, Anadolu'da öğretmenlik yapmış. İlkeleri yüzünden hiçbir okulda barınamamış. Kişiliğinden ödün vermektense "çekip gitmeyi" yeğlemiş. Kimseye eyvallah etmemiş. Her çeşit işe bulaşmış. Çımacılıktan, hamallıktan fabrika işçiliğine kadar. Yaşamının son yıllarını İstanbul'da, Kazım Taşkent'in kendisini yerleştirdiği Doğan Apartmanı'nda bir odada geçirmiş.
1942-1954 arasında aynı binada oturan Cahit Davran, şöyle anlatıyor Sakallı Celal'i: "Dev gibi bir adamdı. Temiz olmayan bir insan izlenimi bırakırdı ama, paradoksal olarak, tam bir temizlik hastasıydı. Öyle ki, karşılıklı konuşurken elindeki -genelde- Fransızca gazeteyi sizden mikrop kapmamak için ağzının önünde tutardı. (...) Konuşurken ağzının içine baktırırdı. Sosyal ve benzeri konularda Türk toplumunda gördüğü eksiklik ve aksaklıkları uzun uzun anlatırdı. (...) Çok kültürlü ve farklı bir insan olduğu her halinden belliydi. (...) Sevimliliğinin yanı sıra çok ciddi bir insandı. (...) 'Eksantrik' bir kişilik! Ve topluma adeta rest çekmiş bir hali vardı."

* * *

Karaveli'nin kitabında çeşitli yazarların Sakallı Celal'le ilgili görüşleri de yer alıyor. Mahir İz'in anılarından bir alıntıyı aktarmak istiyorum: "Bir gün (Sakallı Celal'e) Kadıköy vapurunda rastlamıştım. 'Sizi hâlâ huzura kavuşmuş göremiyorum. Siz ne istiyorsanız, ne düşünüyorsanız, hatta şimdiye kadar düşünmediklerinizin hepsini Mustafa Kemal Paşa yaptı. Neden hâlâ memnun değilsiniz?' diye sordum. Bana 'Sen hiç tiyatroya gitmedin mi? Perde açılır, karyolaya uzanmış bir hasta görürsün, başında ilaç veren bir de hemşire vardır. Biraz sonra doktor içeri girer, nabız yoklar, reçete yazar... (Aslında) ortada ne hasta, ne hemşire ne de doktor vardır. Bunların hepsi bilirsin ki rolden ibarettir. İşte bizim Cumhuriyetimiz de Yaşasın Cumhuriyet rolünden ibarettir' diye karşılık verdi!"

* * *

Ahmet Haşim anılarına değindiği bir yazısında "Ankara Lisesi'nin bahçesindeki havuzun başında akşamları Sakallı Celal'in harikulade saçmalarını dinlerdik" demiş.
Bir bakıma Melih Cevdet Anday'ın görüşünü destekliyor bu. Anday, Sakallı Celal'in savaşımlarının bugünün savaşım anlayışıyla bağdaşmaz olduğunu ileri sürüyor. "Sanki toplumu değiştirmek için değil, okumuş yazmışları şaşırtmak için bu yolu tutmuştur o" diyor. Haldun Taner her ayrıcalık hevesinin kökeninde -aranırsa- bir kompleks, bir göstermecilik duygusu yattığının görüldüğünü söylüyor. Ve ekliyor: "Alçakgönüllü değerlerin güme gittiği bir ortamda herkesin 'ben de varım' diye bar bar bağırması, kişilikte ya da görünümde -bazen ikisinde birden- abartıya varması doğal karşılanmalıdır."

* * *

Müdür yardımcılığından atıldığının ertesi günü bir boyacı sandığı edinerek okulunun önünde öğrencilerinin ayakkabısını boyayarak tepkisini gösteren bu sıra dışı insanın yaşamını keyifle okudum. Asıl ilgimi çeken, onun ödün vermez kişiliği oldu. Ankara Sultanisi müdürlüğü yaptığı dönemde öğrencileri mezun etmek konusunda "müşkülpesent" davranmaması istenmiş, "Ankara Sultanisi boyacı küpü değildir" diye yanıt verince vekalet emrine alınmıştı. Genç Maarif Vekili Hamdullah Suphi, bu konuda bir daha düşünmesini isteyince, şöyle demişti Sakallı Celal:
"Bak Hamdullah, Meşrutiyet ilan ettik, olmadı; Cumhuriyet'i getirdik, gene olmadı. Bir de Ciddiyet'i denemeye ne dersin?"

* * *

Sakallı Celal'in mezar taşında "Bağban bir gül için bin hare hizmet eder" yazıyormuş. Yani "Bahçıvan bir gül için bin dikene katlanır." Yaşamını okuyunca, Sakallı Celal'in bin dikenle yetinmediğini, katlanılacak başka dikenler peşine düştüğünü de gördüm.

Yalçın Pekşen


yalcin.peksen@aksam.com.tr
yalcin.peksen@superonline.com




Bilinmeyen ünlü...

Paradoks; mantığa aykırı görünen fakat aynı zamanda doğru olabilen düşüncedir.

'Bilinmeyen ünlü' sözü bu duruma tipik bir örnek...

Mantıken olmaz gibi görünüyor ama en azından bir örneği var: Sakallı Celal.. Ülkenin halini açıklamak için hala sık sık kullandığımız şu sözler onundur:

-Türkiye doğuya yol alan bir büyük gemidir. Geminin içinde batıya koşanlar var ve biz bunu batılılaşmak sanıyoruz.

-Meşrutiyeti ilan ettik olmadı. Cumhuriyet'i getirdik gene olmadı. Bir de 'Ciddiyet'i denesek...

-Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür.

-Bu ülkede ilgililer bilgisiz, bilgililer ilgisizdir.

-Memlekete hizmet etmek istiyorsan bunu kimseye duyurmadan yapacaksın. Yoksa engellerler.

Oysa Sakallı Celal'in soyadı bile bilinmiyordu.

Vaktiyle dayanamamış, yine onun bir sözünü andığım yazılarımdan birinde, soyadı dahi bilinmiyen bu kişinin 'kim olduğunu bilen varsa çıksın ortaya' mealinde yakınmıştım.

Meğer aynı kaygıyla Orhan Karaveli ağabeyimiz sıkı bir çalışmaya girişmiş bile. Geçen gün önüme koca bir kitapla çıkıverdi:

'Sakallı Celal: Bir Bilinmeyen Ünlü'nün Yaşam Öyküsü'... (Pergamon Yayınları/ Mayıs 2004)

H H H

Gerçekten iğneyle kuyu kazarcasına yapılmış bir araştırma.. İçinden birçok ders çıkarılabilecek bir destan... Edebi boyut kazandırılmış bir biyografi...

Benim en çok merak ettiğim konu da böylece ortaya çıkarılmıştı. Sakallı Celal'ın soyadı: 'Yalnız'dı.

H H H

Okurların zevkle okuyacaklarını tahmin ettiğim yüzlerce anekdottan sadece birini, Sayın Karaveli'nin izniyle özetleyerek buraya almak istiyorum.

Sakallı Celal sanki günümüzün türban, imam-hatip ve YÖK tartışmalarının nedenini o günlerde anlatıyor.

İstanbul sokaklarında rastladığı kolu-bacağı acaip şekillerde çarpılmış dilencileri gördükçe 'Doğa böylesine ucubeler yaratmaz' diye düşünen Celal Bey, bir yakınından olayın sırrını öğrenir.

Anadolu'nun bazı yörelerinde fakir çocukların organları, henüz kemikleri kıkırdak halinde iken dilencilik yapabilsinler diye acaip şekillere sokulmaktadır.

Atlar da doğal yürüyüşleri olan tırıstan, binicisini rahat ettiren rahvan yürüyüşe daha tay iken ayakları iple bağlanarak alıştırılmaktadır.

Sakallı Celal sözünü şöyle bağlamaktadır:

'Nasıl insanın kolu-bacağı acaip şekillere sokulabiliyor, atın doğal yürüyüşü değiştirilerek doğal olmayan bir biçimde yürümeye alıştırılırsa, bizim başka bir organımız, beynimiz de aynı yöntemle bozulabilir, sakatlanabilir. Cennet-cehennem hikayeleri ile yıkanmış beyin doğru düşünme yeteneğini kaybeder. Boş inançlara saplanıp kalır, gerçeklere ulaşamaz.'
Sakallı Celal olarak bilinir; yazılı bir eser bırakmamış ama her biri birer eser olan insanlar bırakmıştır arkasında. Yakın arkadaşları arasında Yusuf Ziya Ortaç, Ahmet Haşim, "öğrencim" de dediği Nazım Hikmet, Ordinaryüs Matematik Profesörü Ali Yar, Haldun Taner ve Ali Sami Yen; çevresindekiler arasında Nurullah Ataç, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Kazım Taşkent gibi çeşitli isimler ile Melih Cevdet Anday, Orhan Veli gibi pek çok şair ve yazar yer alır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı