DELİLER TERK ETTİĞİ GÜN ŞEHİRLER YOK OLACAK…!

DELİLER TERK ETTİĞİ GÜN ŞEHİRLER YOK OLACAK…!
DELİLER TERK ETTİĞİ GÜN ŞEHİRLER YOK OLACAK…!

Translate

16 Nisan 2025 Çarşamba

Eflatun’un Bilgeliği: İnsanlığın Çelişkileri ve Sade Bir Hayatın Sırrı

 Eflatun'a iki soru sormuşlar ;

Birincisi; "İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?
Eflatun tek tek sıralamış:


Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki
çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler.
Ama sağlıklarını geri almak için para öderler... Yarından endişe ederken
bu günü unuturlar. Dolayısıyla ne bu günü ne de yarını yaşarlar. Hiç
ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler."

Sıra gelmiş ikinci soruya;
Peki sen ne öneriyorsun?"
Bilge yine sıralamış:
Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey
sadece
kendinizi sevilmeye bırakmaktır.
ÖNEMLİ OLAN; HAYATTA EN ÇOK ŞEYE SAHİP


OLMAK DEĞİL, EN AZ ŞEYE İHTİYAÇ DUYMAKTIR.


Yazarın Notu
Eflatun’un Bilgeliği: İnsanlığın Çelişkileri ve Sade Bir Hayatın Sırrı Eflatun’un, insanoğlunun en şaşırtıcı davranışlarını sıraladığı o derin sözleri, yüzyıllar öncesinden bugüne bir ayna tutuyor. İnsan, doğasının karmaşıklığı içinde çelişkilerle dolu bir yolculuk yaşıyor. Çocukluktan kaçıp büyümek için can atarken, bir gün dönüp o masum günleri özlüyor; sağlık pahasına para biriktiriyor, sonra o parayı sağlığını geri kazanmak için harcıyor. Yarının endişesiyle bugünü unutuyor, hiç ölmeyecekmiş gibi plansız yaşıyor, ama nihayetinde hiç yaşamamış gibi veda ediyor dünyaya. Eflatun’un bu gözlemleri, insanın kendi varoluşuna yabancılaşmasının bir portresi adeta. Peki, bu çelişkilerin içinden nasıl bir çıkış yolu bulabiliriz?

 Eflatun’un ikinci soruya verdiği yanıt, bu soruya sade ama derin bir cevap sunuyor: Kendinizi sevilmeye bırakın ve en az şeye ihtiyaç duyarak özgürleşin. İnsan davranışlarının şaşırtıcılığı, belki de en çok kendi mutluluğunu sabote etme eğiliminde yatıyor. Çocukluk, saflığın ve merakın çağıdır; her an bir keşif, her deneyim bir hikâyedir. Ancak çocuk, bir an önce “büyük” olmak ister, çünkü büyüklük ona özgürlük ve güç vaat eder. Ne var ki, yetişkinlik çoğu zaman bu hayali yerle bir eder. Özgürlük, sorumlulukların ağırlığı altında ezilir; güç, rutinlerin monotonluğunda kaybolur. Eflatun’un işaret ettiği bu çelişki, insanın özlemini çektiği şeyin zaten elinde olduğunu fark edememesinden kaynaklanır. 

Çocukluk, özlenen bir hazineyse, bu, onun masumiyetini ve anı yaşama yeteneğini kaybettiğimiz içindir. Para ve sağlık arasındaki trajik takas ise modern dünyanın en acı ironilerinden biridir. İnsan, daha çok kazanmak uğruna uykusuz gecelere, stresli günlere razı olur. Ancak sağlık elden gidince, biriken servetin hiçbir anlamı kalmaz. Eflatun’un bu gözlemi, insanın önceliklerini yanlış sıraladığını hatırlatır. Sağlık, bedenin ve ruhun huzuru, hiçbir maddi varlıkla kıyaslanamayacak bir değerdir. Ne yazık ki, bu gerçek genellikle çok geç fark edilir. Zaman algısındaki çarpıklık da Eflatun’un dikkat çektiği bir başka insan zaafıdır. Yarının belirsizliği, bugünün güzelliklerini gölgeler. İnsan, geleceği planlarken veya geçmişin pişmanlıklarına takılıp kalırken, içinde bulunduğu anı kaçırır. Bu, belki de 

Eflatun’un en çarpıcı uyarısıdır: İnsan, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar, ama çoğu zaman gerçekten “yaşamaz”. Hayatı ertelemek, mutluluğu bir sonraki hedefe, bir sonraki başarıya bağlamak, insanı kendi varoluşundan koparır. Oysa hayat, yalnızca şu anda, bu nefeste, bu anda saklıdır. Eflatun’un ikinci soruya verdiği yanıt, bu çelişkilerden kurtulmanın yolunu gösterir: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.” Bu, özsaygının ve özgürlüğün manifestosudur. İnsan, başkalarının onayını kazanmak için kendini zorladığında, kendi benliğini yitirir. Oysa kendimizi olduğumuz gibi kabul ettiğimizde, başkalarının da bizi sevmesine alan açarız. Bu, yapay bir çabadan değil, doğal bir akıştan doğar. Sevilmek, kendimizi sevmekten ve sahici olmaktan geçer. Eflatun’un ikinci önerisi ise sade bir hayatın sırrını fısıldar: “Önemli olan, hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.” 
Bu, tüketim çağında adeta bir isyan çağrısıdır. Modern dünya, insanı daha fazlasına sahip olmaya, daha çok biriktirmeye teşvik eder. Ancak bu sonsuz koşu, yalnızca yorgunluk ve tatminsizlik getirir. Gerçek özgürlük, ihtiyaçları asgariye indirip hayatı hafifletmekte yatar. Azla yetinmek, insanın ruhunu zenginleştirir; çünkü bu, dışsal varlıklara bağımlılığı azaltır ve içsel huzuru çoğaltır. 

Eflatun’un sözleri, insan doğasının hem zayıflığını hem de potansiyelini ortaya koyar. Çelişkilerimizle yüzleşmek, bizi daha bilinçli bir yaşama davet eder. Belki de asıl mesele, çocukluğumuzun merakını, anı yaşama sevincini geri kazanmak; sağlığımıza ve sevdiklerimize öncelik vermek; kendimizi sevilmeye zorlamak yerine, olduğumuz gibi var olmaktır. Ve en önemlisi, daha fazla şeye sahip olmak için değil, daha az şeye ihtiyaç duyarak özgürleşmektir. Eflatun’un bilgeliği, bize şunu hatırlatır: Hayat, ne kadar uzun olduğunda değil, ne kadar derin yaşadığımızda anlam kazanır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı