Son yıllarda Türkçe’de “bayan” yerine “kadın” kelimesinin kullanılması gerektiği sıkça konuşuluyor. Kimileri için bu, dilin toplumsal cinsiyet algısını yansıttığı için önemli bir mesele. Kimileri içinse, günlük hayatın daha büyük sorunları varken gereksiz bir “yaygara”.
Dil, cinsiyet rolleri, bireysel sorumluluk ve insanlığın gerçek meseleleri üzerine bir yolculuk.
“Bayan” mı, “Kadın” mı? Neden Bu Kadar Önemli?
Her şey, televizyonda duyduğum bir tartışmayla başladı. “Bayan” kelimesi, eskiden kibar bir hitap olarak kullanılırken, şimdi birçok kişi tarafından cinsiyetçi bulunuyor. Feministler, “kadın” kelimesinin doğrudan ve nötr olduğunu, “bayan”ın ise kadın cinsiyetini dolaylı ifade ederek bir tür utanma kültürünü pekiştirdiğini savunuyor. Bu tartışma, 2000’li yıllarda Türkiye’de feminist hareketlerin güçlenmesiyle, özellikle sosyal medyada öne çıktı. Örneğin, “kadın” kelimesinin ayıp bulunup yerine “bayan” kullanılmasının, kadınlığı bastırma çabasından geldiği söyleniyor.
Ama ben bu tartışmayı biraz “saçma” buluyorum. Dil önemli, evet; toplumun aynası ve onu şekillendiren bir araç. Ama “bayan” yerine “kadın” demenin, günlük hayatta neyi değiştireceğini sorguluyorum. Erkekler için kullanılan “bay” kelimesine kimse itiraz etmiyor mesela. Diğer dillerde de benzer tartışmalar var; Fransızca’da “mademoiselle”in kaldırılması gibi. Yine de, bana göre bu mesele, daha büyük sorunların gölgesinde kalıyor.
Cinsiyetçilik: İlk Taşı Kim Attı?
Cinsiyetçilik, kadınların tarih boyunca ezildiğini inkar etmiyorum. Erkek egemen bir dünyada kanunlar hep erkekler tarafından konmuş. Ama zaman değişti. Kadınlar artık eşitlik talep ediyor, eğitim alıyor, kariyer yapıyor. Yine de bazen çelişkili davranıyoruz. “Ben eşitim” diyoruz, ama sıkıştığımızda “Bir kadın var karşısında” diyerek kendimizi savunuyoruz. Bu, farkında olmadan kendimizi “ezik” konumuna düşürmek değil mi?
Bence mesele, bireylerin kendilerini nasıl gördüğüyle başlıyor. Kendimizi ne denli “insan” olarak algıladığımız önemli. Bir tarzımız, duruşumuz olmalı, tavrımız kadın olmadan önce 'insan' olduğumuzu vurgulamalı.
Toplum, bize cinsiyet rolleri dayatıyor: Kadınlar “cinsel obje”, erkekler “güç objesi”. Ama bu rolleri biz de bazen isteyerek oynuyoruz. Sonra dönüp “Niye böyle algılanıyorum?” diye şaşırıyoruz. İlk taşı kim attı? Belki biraz da bizler.
Kadın Hakları mı, İnsan Hakları mı?
Kadın hakları için ayrı düzenlemeler olması, bence kadını ikinci plana itiyor. İnsan hakları olmalı; kadın, erkek, çocuk, herkes için eşit uygulanmalı. Erkekler de eziliyor. Mesela, bir inşaat işçisi, aileyi geçindirme yüküyle tükeniyor. Bu da bir cinsiyet rolü baskısı. Cinsiyetçilik tartışmaları, sadece kadınları değil, herkesi kısıtlıyor. Bu yüzden, “bayan/kadın” gibi tartışmalar yerine, kim eziliyorsa onun hak ettiği yere gelmesi için uğraşmalıyız. Eğitim, iş fırsatları, sosyal destekler… Bunlar, devletin ve bireylerin ortak çabasıyla olur.
Daha Büyük Sorunlar Varken
Cinsiyetçilik, günümüzde aşılmış olmalıydı, bu konuyu geride bırakmalıydık. Ama hâlâ burada takılıyoruz. Oysa dünyanın daha büyük sorunları var: Su kıtlığı, iklim değişikliği, gıda güvenliği… Bunlar, kadın-erkek fark etmeden hepimizi etkileyecek. Mesela, 2030’a kadar dünya nüfusunun %40’ı su kıtlığı riskiyle karşı karşıya kalabilir. Bu, cinsiyet tartışmalarını gölgede bırakacak kadar ciddi.
Hayalimde bir dünya var: Kimse cinsiyetine göre yargılanmıyor, herkes “insan” olarak görülüyor. Ama ilginçtir, böyle bir dünyada bazı kadınlar mutsuz olabilir. Çünkü güzellik, çekicilik gibi roller, bize bir tür sosyal güç veriyor. Bu rolleri tamamen bırakmak, kimlik krizine yol açabilir. Yine de, bireyler kendilerini “insan” olarak görmeye başlarsa, toplum da bunu takip eder.
Birey ve Toplum El Ele
Bu tartışmalardan çıkardığım sonuç şu: Her şey, bireyin kendini nasıl gördüğüyle başlıyor. Kendimizi cinsiyet rollerine sıkıştırmazsak, toplum da bizi öyle görmez. Ama bu, sadece bireysel çaba değil; devlet, eğitim, medya gibi yapılar da eşitliği desteklemeli. “Bayan” mı, “kadın” mı tartışması yerine, herkesin hak ettiği yere gelebileceği bir dünya kuralım. Ve evet, su kıtlığı gibi gerçek sorunlara odaklanalım. Çünkü insanlık, cinsiyetten çok daha büyük bir mücadeleyle karşı karşıya.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder